Eh, burada şu soruyu sormak kaçınılmaz oldu: Daha Ukrayna savaşı başlamadan evvel, nükleer silah birliklerine alarm verip tatbikat yaptıran Putin’in gerçekten şaka yapmadığını bu kadar gecikmeyle anlayabilmesi, acaba ileri yaşı sebebiyle sık sık dışa vuran zihnî problemlerinden mi kaynaklanıyor?.. Zira bugüne kadar, Putin defaatle blöf yapmadıklarını dile getirdi. Sadece Putin de değil, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitri Medvedev, geçenlerde kızı bir suikastla öldürülen (Esas hedef kendisiydi elbet…), Strateji uzmanı Aleksandr Dugin ve daha pek çok Rus yetkilisinin beyanları, ABD Başkanına bu işin ciddiyetini anlatmada yeterli olamamış mı? 1962’de Sovyetler Birliği’nin Küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmeye kalkışması sebebiyle, baş gösteren büyük nükleer savaş tehlikesinden bu yana, hiç bu derece Armageddon (Melhame-i Kübra, Kıyamet öncesi büyük savaş…) riski ile yüz yüze gelinmediğini dillendirmiş. “İşler böyle giderse…” diye şerh koymuş tabii. İşlerin böyle gitmemesi yani nükleer Armageddon riskinin daha da büyümemesi için, acaba neler yapılması gerekiyor?
1945’te Amerika sahip olduğu atom bombasını Japonya’da deneyerek, başta Sovyetler Birliği olmak üzere bütün dünyaya gözdağı vermişti… Sahi, zaten savaşı bitirip teslim olmaya yaklaşmış Japonya’yı nükleer silahla cezalandırmak gerekli miydi? Putin, Ukrayna’nın Donbass ve Luhansk Bölgelerini ilhak etme töreninde, bu noktaya işaret ederek, nükleer silahın ilk defa Amerika tarafından kullanıldığını hatırlattı… ABD, Sovyetlerin de nükleer kapasiteye kavuştuğu 1949 yılına kadar bu mutlak üstünlüğünü tepe tepe kullandı. Daha sonra iki blok arasında nükleer silahlanma yarışı fena hâlde tırmandı ve sonuçta bir dehşet dengesi oluştu… 1970’li yıllardan itibaren bu defa, giderek kontrolden çıkma temayülündeki nükleer yarışın, büsbütün bir felaket hâlini almaması için önce SALT I, SALT II (Stratejik Silahların Sınırlandırılması) anlaşmaları, daha sonra da START (Stratejik Silahların Azaltılması) anlaşmaları imzalandı. Bu arada Sovyetler Birliği dağıldı ve Kazakistan ile Ukrayna gibi ülkeler, varılan mutabakat neticesinde nükleer silahlardan tamamen arındırıldı. Ukrayna hâlihazırda nükleer silahlara sahip bulunuyor olsaydı, elbette çok daha başka şeyler konuşuyor olacaktık. Biden’ın nihayet ciddiyetle algıladığı nükleer Armageddon tehlikesi konusunda, ABD cenahında tam bir fikir birliği ne derece mevcuttur? Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Putin’in mükerrer tehditlerine rağmen; nükleer silahların kullanılması konusunda, Rusya tarafında henüz bu riski teyit edecek fiilî bir gelişme olmadığını belirtiyor.
Bu durumda Biden Yönetimi, nükleer savaş ihtimali karşısında nasıl bir tavır takınacak? Daha doğrusu Yönetim bütünüyle bahse konu tehlikeyi kabul ediyor mu? Bu konuda karar alırken fikir ayrılıkları yaşanırsa ne olur? Sonuç itibarıyla Washington, bugün olduğu gibi, Rusya’nın daha fazla yıpranıp zayıf düşmesi için, Ukrayna savaşının devamı konusunda ısrarcı mı olacak? Daha açık ifadeyle, milyarlarca dolarlık silah yardımı yapıp, Ukrayna’yı savaşmaya zorlayarak, büsbütün yıkıma uğramasını mı tercih edecek? Peki, daha kış gelmeden titremeye başlayan Avrupa ülkeleri buna ne tepki verecek? Joe Biden, Putin’in bu şekilde nükleer silah opsiyonunu gündeme getirmesine sebep olarak, Rus Ordusunun beklenenden çok daha kötü bir performans ortaya koymasından kaynaklandığını iddia ediyor. Ancak şubat ayından bu tarafa, her vesileyle nükleer silah kullanabileceklerini ihtar eden Rusya, hâlihazırda Ukrayna topraklarının yüzde 15’ini işgal ve ilhak etmiş durumda!.. Bu da İkinci Dünya Savaşından bu yana gerçekleşen en büyük ilhaktır. Vakta ki Putin başlangıçta hesapladığı bütün hedeflerine varamamış olabilir. Fakat herhâlde Ukrayna’nın tamamını işgal ve ilhak etmenin mümkün olamayacağını da değerlendirmiştir!.. Şu hâlde, Biden ve ekibi Rusya tarafından daha ne gibi yüksek performans bekliyor acaba?
Amerikan cenahı bunca istihbarat bilgilerine dayanarak, Rusya’nın her ihtimali hesaplayıp, savaşın uzatılmasına karşı gerekli bütün hazırlıkları yaptığının bilincine varmış olsa gerek… Eğer bu konuda başka plan ve hedefleri yoksa ABD’nin şu ana kadarki yaklaşımları, beklenen sonucu vermemiştir. Sahi, Biden bu gerçeği ne ölçüde kabul ediyor?